AnasayfaEdebiyat

TEKKE EDEBİYATI

Tekke edebiyatı halk edebiyatının önemli bir koludur. Bu edebiyata mensup olan şairlerin çoğu medrese tahsili görmüş olup Arapça, Farsça ve aruz bilm

Düzyazı Türleri
İlhan Berk
Orhan Pamuk

Tekke edebiyatı halk edebiyatının önemli bir koludur. Bu edebiyata mensup olan şairlerin çoğu medrese tahsili görmüş olup Arapça, Farsça ve aruz bilmektedirler. Bu tip şairlerin eserlerinin bir kısmı aruz vezniyle yazılmıştır. Bunların arasında medrese tahsili görmemiş olan halk şairleri de vardır. Hemen hemen hepsi şiirlerini hece ölçüsüyle yazmış veya söylemişlerdir. Medrese tahsili görmüş olan tekke şeyhlerinin Arapça Farsça bilmeleri ve aruz veznini tanımaları karşısında şiirlerinin çoğunu hece vezniyle yazmalarının sebebi, geniş halk kitlelerine hitap etmek istemeleridir. Çünkü medresenin ağır ve klasik baskısından kaçan ve onun vicdanlarda yarattığı dinî korkudan kurtulan büyük halk kitlesi, tekkenin kendine açılan kapısına doğru koşuyordu. Tekkeci şair de bunu görüyor, ona, kendi dili ve kendi hece ölçüsüyle hitap ediyordu. Halk, medresecinin ideolojisi ile tekkecinin ideolojisini kendi sağ-duyusuna vuruyor, ona göre gideceği yolu seçiyordu. Birbirlerinden farklı olan bu iki ideoloji şunlardır:

 

Tasavvuf edebiyatının iki önemli dayanağı vardır. Bunlardan birisi dinî düşünce, öteki de fikri ve felsefî düşüncedir. Nazım türleri bu düşüncelerin etkisi altında meydana gelmektedir. Hikmet ve İlâhi dediğimiz nazım türleri daha çok dinî düşünüşleri işlerler. Fikrî ve felsefî alandaki düşünüşler ise daha çok Bektaşi ve Melâmilerin meydana getirdikleri nazım türlerine konu olurlar.

 

Hikmetlerde din konuları şairin anlayış ve sezgilerine göre işlenir. Hikmet adı, genel olarak Ahmet Yesevî’nin şiirlerine verilmiştir. Zaten kendisi de meydana getirdiği divana, Divan-i Hikmet ismini vermiştir. Ahmet Yesevî şiirlerinin çoğunu aruzla yazmıştır. Hece vezniyle yazdığı manzumelerinde de en çok (7 + 7 = 14) ölçüsünü kullanmıştır.

 

Bu arada Yunus Emre’nin de hikmetler yazmış olduğunu unutmamak gerekir. Hikmetler, genel karakterleri bakımından, okuyucuyu din konuları üzerinde düşünceye sevkecici manzumelerdir. Yunus Emre’nin bu alandaki şiirleri İlâhi adını taşır.

 

Ahmet Yesevî Hz. Peygamberin ölüm yaşı olan 63 yaşına geldiği zaman, yer altında yaptırdığı ve kalan ömrünü içinde geçirmek istediği çilehane’de yazmıştır. Çünkü Yesevî’ye göre mademki Peygamber bu yaşta yer altına girmiştir, kendisinin de bu yaştan sonra yeryüzünde yaşamasına bir sebep yoktur

 

Şathiye, tasavvufla ilgili konular, mecazların ve simgelerin kullanıldığı kapalı bir dille, çoğu kez alaycı bir biçimde anlatan tekke şiiri türüdür. Genellikle Bektaşi şairlerince söylenir. Biçim bakımından koşma gibidir. 7, 8 ve 11’li hece ölçüsüyle söylenir; çoğunlukla, 3-7 dörtlükten oluşur.

 

Devriye, Tekke şiirinin nazım türüdür. Ayırıcı özelliği, tasavvuftaki Tanrı’dan ayrılan ruhun yeniden Tanrı’ya dönüş serüvenini anlatmasıdır. İnanca göre madde evrenine inen ruh, önce bitki, sonra sırasıyla hayvan, insan ve tasavvuf yoluna girerek insân-ı kâmil’e (olgun insan) dönüşür. Devriye biçim bakımından koşma gibidir.

 

Nefes , konularını dile getirdikleri genellikle koşma biçimindeki şiirlere verilen ad. Ayrıca Bektaşi ve Alevi müziğindeki başlıca formun adıdır. Nefeslerde On İki İmam’la tarikat büyüklerine övgüler dile getirilir. Nefesler üzerine bestelenen müzik parçaları başka tarikatlardaki ilahilerin karşılığıdır. Âyin-i cem denen Bektaşi törenlerinde okunan nefeslerin ezgileri son derece yalın ve özlüdür. Güftelerdeki "sehl-i mümteni" kendini müzikte de gösterir. Nefesleri ilk kez dinleyenler söz konusu ezgiyi öteden beri bildikleri yolunda bir izlenim edinirler. Nefesler bu yönden halk türkülerine benzer. Pek çok nefesin bestecisi unutulmuştur. Çoğunlukla toplu olarak (koro halinde) okunan nefeslere bendir ya da daire denen büyük zilsiz def ve bağlama ailesinden bir çalgı eşlik eder. Anadolu’daki kimi Bektaşi-Alevi tekkelerinde, mey ve kaval gibi nefesli halk çalgıları da nefeslere eşlik etmiştir.

 

 

DİNÎ – TASAVVUFî TÜRK HALK EDEBİYATI (TEKKE EDEBİYATI)

Tekke edebiyatı, tasavvuf konularını ele alıp işleyen bir edebiyattır. Tekkelerde dervişler tarafından tasavvuf anlayışına bağlı olarak yaratılan bu edebiyat tasavvuf edebiyatı diye de anılır. 13. yy.dan itibaren gelişme gösteren bu edebiyat halk tasavvuf edebiyatı ve divan tasavvuf edebiyatı olarak iki kola ayrılmıştır.

Bu edebiyatın temelini oluşturan "tasavvuf", evrenin nasıl oluştuğu, Tanrı, insan ve fizik ötesi gerçekliğin ne olduğu sorularına yanıt arayan bir din felsefesidir. Bu felsefeye göre, âlemde tek varlık vardır. O da Tanrı’dır. Tanrı vücud-u mutlak (mutlak varlık) tır. Vücudu mutlak, aynı zamanda hayr-ı mutlak, kemal-i mutlak ve hüsn-ü mutlak’tır. Yani, mutlak doğruluk, olgunluk ve güzelliktir. Tanrı’dan başka hayırlı, olgun ve güzel yoktur. Ancak her şey zıddı ile vardır. Kötü olmadan, iyi anlaşılmaz; acıyı tatmadan tatlıyı bilemeyiz. Vücud-u mutlak da kendini tanıtmak kendi güzelliğini, olgunluğunu göstermek istemiştir.

Bu gösterme vücud-u mutlak’ın kendine duyduğu derin aşk ile oluşmuş ve zıddı olan âdem-i mutlak(mutlak yokluk) bir aynadaki görüntü gibi ortaya çıkmıştır. Bizim varlık olarak gördüğümüz bu evren, aslında Tanrı’nın görüntüsünden başka bir şey değildir. Öyleyse, insan da evrendeki diğer varlıklar gibi Tanrı’nın bir görüntüsüdür, insan, evrende âdem-i mutlak ve vücud-u mutlaktan oluştuğunu bilen tek varlıktır. İnsan, yokluk öğesini ortadan kaldırarak asıl kaynağa Tanrı’ya ulaşmalıdır, ulaşabilir. Evrenin oluşuna nasıl aşk sebep olduysa, insan da Tanrı’ya aşkla bağlanmalı, öncelikle yokluk âlemine ait unsurları her türlü maddi ve manevi isteklerini, bu isteklerin kaynağı olan nefsi öldürmelidir. Bunun için bir tekkeye gidip bir şeyhe kapılanmak gerekir. Bu yola giren kişi, sabır, metanet ve aşkla çeşitli aşamalardan geçecek ve "saflaşma" anlamına gelen "fenafillah"a ulaşacaktır. Fenafillaha gelen kişi, yokluk unsurlarından tamamen kurtulmuş ve vücud-u mutlak olmuştur. İşte bu anlamda safiye aşamasına gelen derviş "Enel Hak (Ben Tanrıyım)" diyebilir. Böyle kimselere "insan-ı kâmil", halk arasında "ermiş" denir.

Tasavvufun, Türk edebiyatında büyük etkisi olmuş; 15. yüzyıla kadar "tasavvuf" dışında çok az şey işlenmiştir.

 Tekke Edebiyatında Konu

Tekke edebiyatında genel olarak Tanrı sevgisi, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye bağlılık ve sevgi, nefsin kötülüğü, insanlar arasındaki sevgi birliği, kardeşlik, barış, hayatın geçiciliği, ahlâk değerleri gibi konular işlenmiştir.

 Tekke Edebiyatında Dil

Tasavvuf düşüncesinin temel alınması, İslâmi kavramların ağırlıklı olarak kullanılmasını gerektirmiş, bazı tarikatlerin terimleri ve tasavvufun sembolik kavramları, eserlerin dilini ağırlaştırmıştır. Örneğin, "âşık", Tanrı aşkıyla yanan; "maşuk", Tanrı; "şarap", Tanrı aşkı; "saki", yol gösteren; "meyhane", "dergah" (tekke), "kase", kadeh, cam, âşığın kalbi; "sefâ", Tanrı’nın iyiliği, yardımı; "naz", âşığın kalbine Tanrı’nın kuvvet vermesi anlamında kullanılmıştır. Tekke edebiyatı şairleri halkın içinden gelen ve halkla kaynaşmış kişilerdir. Tasavvufî terimler dışında dil genel olarak sadedir.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik