Arif Nihat Asya (Recai KAPUSUZOĞLU)* Arif Nihat Asya 7 Şubat 1904 tarihinde İstanbul’un Çatalca ilçesinin İnceğiz
Arif Nihat Asya (Recai KAPUSUZOĞLU)*
Arif Nihat Asya 7 Şubat 1904 tarihinde İstanbul’un Çatalca ilçesinin İnceğiz köyünde doğdu. Asıl adı Mehmet Arif’tir. Babasının adı Ziver annesi Tırnovalı Osman kızı Zehra’dır. Babası bir esnaf ailesinden ve esnaf geleneğinden yetişmedir. Soy kütüğü Tokat’ın Kapusuz köyünden Kapusuz Hacı Ahmet’e dayanmaktadır. Yedi günlükken babasını kaybetti. Bir müddet sonra annesi evlendi. Onu himayesine alan ninesi de öldü. Akrabalarının kendisini himaye etmeleri sayesinde yetişti. Daha çocukken bu yüzden birçok çevre değiştirdi.
Öğrenim hayatına dört yaşında İnceğiz köyü imamından Kur’an harfleri öğrenerek başladı. Sonra Örücülü köy okuluna devam etti. Balkan Harbi bozgunundan sonra kendisini himayesine almış olan halası ile birlikte İstanbul’a geldi ve Haseki civarına yerleştiler. İlk tahsiline Koca Mustafa Paşa ve Haseki Mahalle Mektebinde devam etti. Orta tahsiline Aksaray’daki Gülşen-i Maarif-i Rüştiyesinde başladı. Daha sonra Bolu Sultanisi’ne (lisesine)parasız yatılı girdi. Ortaokulu burada bitirmiş oldu. Bolu Sultanisi’nin üst kısmı kaldırılmış olduğu için Kastamonu Sultanisi’ne nakledildi.1. Dünya Savaşı yılarını İstanbul Bolu ve Kastamonu da; Milli Mücadele dönemini ise Kastamonu da geçirmiş oldu. Kastamonu Sultanisi’nden diploma alan Arif Nihat Ankara’ya uğradı. Ankara maarif makamlarının yardımı ile İstanbul Dar’ül-Muallimin-i Aliye’sine girdi (Yüksek Öğretmen Okulu). Bir yandan okurken bir yandan da İstanbul postanesinde çalıştı. Sonra, arkadaşı Necmeddin Halil’in yardımı ile Anadolu Ajansı İstanbul mümessilliğine girdi, bir süre ajansın gece bültenini çıkardı.
Şairin bu memurluk ve öğrencilik günleri hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Çocukluğundaki temayüllerini, yaşadığı sevinç ve acıları, ruhunu olgunlaştıran hadiseleri bilmiyorum. Parasız yatılı hayatın şaire etkisini, savaş yıllarının acılı günlerinde hissettikleri hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. İstanbul’un o buhranlı günlerinde çevresinde idi; arkadaşları, hocaları, üstatları kimlerdi? Bu konular da bilinmiyor. Arif Nihat belki tevazuundan, belki de lüzum görmediğinden, kendisi hakkında çok az şey konuşmuş ve yazmıştır.
Yüksek Öğretmen Okulu edebiyat kolundan,1928 yılında mezun oldu. İlk evliliğini bu yıllarda yaptı. Ve bu evlilikten iki çocuk sahibi oldu. Edebiyat öğretmeni olarak Adana’ya tayin edildi. On dört yıl boyunca, Adana’daki lise, kolej ve öğretmen okullarında öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Adana ve Çukurova dolaylarının Arif Nihat’ın şiirlerinde önemli bir yer tutması, bu uzun ikametin sonucudur. Bu arada İstanbul ve Ankara’da topçu olarak vatani görevini tamamladı. Adana’da ikinci evliliğini yapan şair, askerlikten sonra Malatya Lisesi müdürlüğüne tayin edildi (1942). Zamanın siyasi baskılarına karşı çıktığı için altı ay sonra müdürlükten azledildi. Bir müddet aynı okulda edebiyat ve Fransızca öğretmenliği yaptıktan sonra, ikinci askerliğini yapmak üzere Diyarbakır’a gitti. Askerlik dönüşü tekrar Adana’ya tayin edildi.1948’de Adana’dan uzaklaşmasına lüzum görülerek Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Aynı yıllarda uzun süredir ölmüş bildiği annesinin izini Filistin (Akka)’de bularak onu ziyarete gitti.
1950’de Seyhan (Adana)milletvekili seçilerek, Edirne’den Ankara’ya geldi. Bol bol memleket gezileriyle geçen siyasi hayattan pek fazla hoşlanmadı. Her şeyi duyduğu ve düşündüğü gibi söylediği için politikacı olamayan Asya,1954 yılında tekrar öğretmenlik mesleğine döndü. Şair Eskişehir Lisesi ve Ankara Gazi Lisesinde görev yaptıktan sonra, 1959 yılında Kıbrıs’a tayin edildi. İki yıl Lefkoşa erkek Lisesinde öğretmenlik yaptı.
1961 yılında Ana Vatana gelen şair, tekrar Ankara Gazi Lisesine tayin edildi. Arif Nihat’ın 50. sanat yılı 8 Şubat 1969 günü büyük bir kalabalığın huzurunda kutlandı. Daha sonra kısa bir Almanya seyahatine çıkan şairin, emekli olduktan sonra verimi arttı. Pek çok şiirler ve bazı gazeteler de nükteli fıkralar yazdı. Bu arada birçok memleket gezilerine çıktı. Arif Nihat Asya’yı şöhrete ulaştıran ‘ Bayrak’ şiiri bir 5 Ocak günü doğmuştu. Arif Nihat da 1975 yılının 5 Ocak günü fani aleme gözlerini kapadı.
3)SANAT HAYATI
Şiir yazmaya pek erken başlamış, öğrenciliği boyunca şiir denemelerini sürdürmüştür. İlk şiirini Kastamonu sultanisi talebesiyken yayınlamıştır. İlk şiir kitabı ise, eski harflerle basılmış olan Heykeltıraş’tır.(1345-1985)Şöhreti bu kitabın çıkışından çok sonra Adana’da yazdığı, şiirler ve nükteli nesirler ile yayılmaya başlamış, bilhassa bayrak şiiriyle, memleket ölçüsüne çıkmış bulunan Arif Nihat, 1946’da yayınlanan Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor kitabıyla edebiyat tarihinde yer alacak değere yükselmiştir.
Şiirlerini ve manzum eserlerini, Hayat, Çağlayan, Türk Yurdu, Hisar, İslam, Elif, Defne, Devlet v.s. dergilerde yayınlamıştır. Adana’da görüşler ve başak dergilerini çıkarmıştır. Yeni İstanbul ve Babıali’de Sabah gazetelerinde fıkra muharrirliği yapmıştır. Nükteye ve iğneleyici tenkide yatkın mizacının bir ürünü sayılabilecek vecizelerini, zaman zaman çeşitli gazete ve dergilerde yayınladı.
Yetmiş yılı aşan ömrü boyunca, yılmadan yorulmadan, edebiyatımıza yeni değerler katabilmenin, eskinin klasikleşen değerlerine sahip çıkabilmenin milletimizin duygu ve düşüncelerine tercüman olabilmenin, şuur ve heyecanını taşıdı. Önceleri romantik bir Turancılık havasında iken, Anadolu’yu içinden tanıdıkça, onun ruh ve şiir kaynağına yöneldi. Eserleri ve sanat görüşü ile Türk şiirinde Türkçü, milliyetçi, memleketçi olarak nitelenen şairler arasında yer aldı. Yüksek sanatçı kişiliğini, zengin insani değerlerle süslemeyi gerçekleştiren Asya,’kökü mazide olan âtî’ idi. mazinin eskimeyen ve şerefi olan her değerine duyduğu özlemi, parlak ve mutlu geleceğe koşmak tutkusu ile sanatında birleştirmiş güçlü şairdi.
4)SANAT ANLAYIŞI
Arif Nihat’ın sanat ve şiir hakkındaki görüşlerini toplu olarak Defne dergisinin(Şubat 1969 sayısında) sorularına verdiği cevaplarda buluyoruz.
‘Türk fikir ve sanat hayatı bugün buhran geçmektedir. Edebiyat örnekleri karşımıza iki ayrı millettin edebiyatları halinde çıkmaktadır. Dilleri dahi ayrı gibidir. Maddeci zevkle manacı zevkin soğuk harbi içindeyiz. Manacılar maddenin hakkını kabul etmemektedirler. Aralarını bulmaya imkân yoktur. Ancak herkes kendine bir taraf seçebilir.
Şair, ilhama metafizik manasıyla inanmıyorsa, çağrışımları harekete geçiren sebep olarak inanmalıdır. Ben birinci manasıyla inanmasını tercih ederim.
Hayal, hayal halinde kalacak gerçekle akrabalık kuramadığı sürece şiir, olamayacağı gibi; gerçek de aslındaki haliyle kaldığı sürece şiir değildir.
Sanat anlayışında taassup ihtiyarlara mazur görülebilir, gençlere yakışmaz. Gençler, genç yaşlarında imkânların kapılarını kapamamalıdır.
Belli yaşlarda şair çoktur. Kurumayan pınar, dağında kar birikmemişlerin pınarıdır.
Bir Alman, bir Fransız, bir İngiliz edebiyatı gibi, bir Türk edebiyatı da vardır. Ötekilerden ayrılığı dil ayrılığından ibaret değildir. Yabancılara kendisini aslından okuma ihtiyacını duyurarak, dilini öğrenmek kararına götürecek kalitede bir Türk edebiyatı isterim. Demek, Milli edebiyat, biraz da kalite meselesidir.
Yazdıkları dışında şair anlayışı kabul etmeyenler, ağızlarını hiçbir sebep yokken dünyanın çeşitli nimetlerinden mahrum etmiş gibidirler. Böyleleri yazıda da imkân zenginliklerinden mahrum kalır.
Her yeninin ben daha iyisini yapacağım demesi hakkı, hatta vazifesidir. Ancak, yaşamımızın gerekçesi, başkasının yazmasından önce bizim yapabilmemiz olmalıdır.
Sanat da acemiliği, ustalığı olan bir faaliyettir. Yeniler bunu bilmeli eskilerin deneyimlerinden faydalanmalıdır.
Sanat, tekniğin yenilenmesi ile başlar. Orijinal olmak iyi şeydir. Fakat sanatçıyla okuyucu arasında yer yer, ortak güzellik anlayışları bulunmalıdır. Sanatçı muhatabının kılıbığı olmamaya dikkat ettiği kadar, ona sırtını çevirmemelidir. Sanatçı konusunu muhatabının konusu haline getirmek gücünde olmalıdır.
İnkârında şiiri olur. Ancak şair kendisini inkârla başlamamalı ve inkârda ibaret kalmamalıdır.
Sanatçı, geçmişten, gelecekten, günden, gaipten, canlılardan ve eşyadan telepatiler alıp bunları bir tertiple bir büyü ile dinlenir, söylenir, seyredilir hale getiren kabiliyettir. Boşluklardaki dalgaları bize hitap eder hale getiren cihazlar gibi.
Orijinali, tuhaflıklarda, noktalamayı kaldırmakta, büyük harfleri imla dışı etmekte, duyulmamış kelimelerin şaşırtıcılığını arayanlar, sanatın dışından işine girememiş demektir.
Şiire her şey mevzû olur, söyleyebilmek şartıyla.
Şiirde gelişim olabilir, ancak dejenere olmayı gelişim olarak görme hatasına düşmemek gerekir.
Şöhret ve kazanç, şiirin kendisinden ayrı şeylerdir. Kendiliklerinden gelirse helaldirler. Ancak şiirin gayesi olamazlar.
En büyük sanat, hilkat (yaratılış) tir. Yaptıklarımız hilkatin kopyası olmamalı, ancak hilkat tarafından da beğenilmelidir.
En iyi şair diye tanıdığımız çokluk, yazdıklarını en merhametsizce tasfiye edendir.’
Asya her şeyden şiir çıkarılabileceği, her şeyin istenirse güzel olduğu, hatta zindan duvarlarının bile erbabına, ayna gibi güzellikler aksettirebileceği görüşündedir: