Klasisizm Klasisizm edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur."1660 ekolü" olarak da bilinir
Klasisizm
Klasisizm edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur."1660 ekolü" olarak da bilinir
Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir. Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir.
13. Louis döneminde mutlak monarşi düzenini egemen olduğu yıllarda siyasal alanda olduğu gibi edebiyatta da yaratı özgürlüğü ve kuralsızlık bir yana atılarak yazarların yaratılarına yön verecek birtakım kurallar konmuştur. Bu kurallar yeni bir aydın tipinin doğmasına neden olmuştur. Tek yönetim biçiminin monarşi, tek inancın ise Hıristiyanlık olduğu düşüncesine sıkı sıkı bağlanan bu aydın ve sanatçılar Latin ve Yunan edebiyatı geleneklerine de bağlı kalırlar. Bu kurallar içinde oluşan, seçkin çevrelere yönelik edebiyata klasik edebiyat, bu edebiyatın oluşturucularına da klasikçiler adı verilir.
Klasikler arasında sayabileceğimiz ilk adlar arasında Rene Descartes gelir. Klasik edebiyatın ilkelerini tiyatroya uygulayan Pierre Corneille’dir. Ağlatı şairlerinden Jean Racine, güldürü alanında Moliere, öğretici şiirler alanında La Fontaine gelir. İngiltere’de etkisini çok kısa sürdürmesine rağmen John Drydon ve Alexander Pope’u etkilemiştir.
Alman edebiyatında klasikçilerin kurallarına sıkı sıkı bağlı kalarak ürün veren yazarlara pek rastlanmaz. Bunun en önemli nedeni savaşlar nedeniyle Almanya’nın Rönesans devrini yaşayamamasıdır. Aydınlanma çağı olarak adlandırılan 18. yüzyıl sonlarına doğru Alman edebiyatının yapısı büyük değişime uğramış olmasına rağmen eski Yunan etkisini sürdüren yazarların adı klasikçilerin arasında anılır olmuştur. Goethe, Gotthold Ephraim Lessing, Friedrich von Schiller bu yazarlardan sadece üçüdür. Ancak bu yazarlar terimsel anlamıyla Klasisizm akımını sürdürememiş Çoşumculuğun yollarını açmışlardır. İtalyan edebiyatında ise Klasisizm’in etkileri ancak 18. yüzyılda başlamış Goldoni, Prens Vittorio Alfieri, Giuseppe Parini bu akımın içinde yer almıştır. Rusya’da bu akımın güçlü yazarı diyebileceğimiz bir isim yoktur.
Klasisizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasisizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasisizm bir bakıma aristokrasinin ürünüdür.
Klasisizm akımının Özellikleri
• 17YY 2. döneminde Fransa’da ortaya çıkar.
• Konuları Eski Yunan ve Latin Mitolojisi’nden alınmıştır.
• Mükemmelliyetçidir ve ana dil esas alınmıştır.
• "Sanat, sanat içindir" anlayışı benimsenmiştir.
• Sanatçılar eserlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.
• Eserlerde klasik, değişmeyen tipler oluşturulmuştur.
• Fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir çünkü değişkendir.
• Kullanılan dil, seçkinlerin dilidir. Anlatım süssüz ve yalındır.
Özellikle tiyatro ve deneme türlerinde gelişmiştir.
• Tiyatro eserlerinde "Üç birlik kuralı"na uyulur. ( Olay-yer-zaman birliği)
17. yüzyılda, hümanizm kaynaklı Rönesans hareketi Fransa’da klasisizme dönüşmüştür. Bu yüzyılın ilk yıllarında Fransa bir kargaşa döneminden yeni çıkmıştır. Ülkeye çeki düzen verecek tek güç krallık düşüncesi aydın sanatçılar üzerinde etkili olmuştur. Topluma mutlak monarşiyle sanat ve edebiyata da belli kurallarla egemen olunmuştur. Kral ve çevresinin ideal yaşamı sanatçıya esin kaynağı olmuştur. Bu çağın sanatındaki insan soylu ve seçkindir. Soyluların sanat beğenisi, klasisizmin belirleyici ölçüsü olmuştur. Demokratik ilişkilerin hak ve özgürlükleri monarşiyle kesildiği bu dönemde sanat ve edebiyatta toplumsal eleştiride söz konusu değildir.
Öte yandan Descartesin akılcılık felsefesi, Klasisizmin düşünsel temelini oluşturmuştur. Aşk, kin, sevinç, … gibi duygular yanıltıcıdır, gerçek ve doğru yalnızca akıl yoluyla bulunabilir: Düşünüyorum öyleyse varım
Eleştirmen Boileau, Şiir Sanatı (L art Poetique) adlı yapıtında klasisizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur.
Özellikleri
• Akıl ve sağduyu önemlidir, duygu ve hayal dışlanmıştır.
• Dış dünyanın, doğanın betimlenmesinden kaçınılmıştır. Doğa olarak, insanın doğası, iç dünyası, değişmeyen yanı ele alınmıştır.
• İdeal insan tipleri yaratılmıştır. Bu nedenle kahramanlar halk içinden değil, soylu sınıftan seçilmiştir.
• Karakteristik ve yerel olan değil, evrensel ve kalıcı olan seçilmiştir.
• Eserler ahlaka uygun oluşturulmuştur, aşırı tutkular akılla denetim altına alınmış ve erdem vurgulanmıştır.
• Olayların gerçek olması değil, gerçeğe uygun olması önemsenmiştir.
• Konudan çok, konunun işleniş biçimine önem verilmiştir.
• Sanatçılar eserlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.
• Kaba halk konuşmalarına yer verilmemiş, seçkin kişilerin dili yeğlenmiştir.
• Anlatım, her çeşit süsten, yapaylıktan uzak, açık ve yalın kılınmıştır.
• Sosyal ve fiziksel çevreye yer verilmemiştir.
• Eski Yunan ve Latin Edebiyatı örnek alınmıştır. Bu edebiyatın konuları kimi zaman aynı adlarla yeniden işlenmiştir.
• Tüm edebi türler için geçerli olan akım, etkisini daha çok tiyatroda göstermiş, bu türde üç birlik kuralı uygulanmıştır.
TEMSİLCİLERİ:
MALHERBE (155 1628) ŞİİR
CORNEİLLE (1606 1690) TREGEDYA
HORACE, LE CİD, CİNNA
RACİNE (1639 1690) TRAGEDYA
ANDROMAK, PHEDRE, IPHEGENİA
MOLİERE (1622 1673) KOMEDYA, Dünya edebiyatının en önemli komedi yazarlarındandır. Güldürürken düşündüren komedi çığırının öncüsüdür.
CİMRİ, TARTUFFE, HASTALIK HASTASI DON JUAN, KİBARLIK BUDALASI, ZORLA EVLENME GÜLÜNÇ KİBARLAR, ZORAKİ HEKİM, KOCALAR MEKTEBİ, KARILAR MEKTEBİ, ADAMCIL, GEORGE DANDİNİ, SCAPİN’İN DOLAPLARI, BİLGİÇ KADINLAR…
LA FONTAINE (1621 1685) FABL
LA BRUYERE (1645 1696) PORTRE
KARAKTERLER
DESCARTES (1596 1650) FELSEFE
BOILEAU (1636 1711) Şair ve eleştirmendir.
ŞİİR SANATI
PASCAL (1623 1662) FELSEFE
DÜŞÜNCELER
Mme DE LA FAYETTE ROMAN
FENELON ROMAN
TELEMAK
Klasik akımın ana ilkeleri şunlardır:
1-Sanatçının anlattığı konu ne olursa olsun, eserine akıl ve sağduyu hakim olmalı, hayaller, ihtiraslar ve heyecanları akıl kontrol altında bulundurmalıdır. Akıl doğruyu gösterir ve doğru olan her şey güzeldir;
2- Tabiata önem vermek ve onu iyi İncelemek gereklidir. Fakat bu tabiat, dış alemdeki canlı, renkli, hareketli tabiat değildir. Klasik sanatçılar "tabiat’la insanın iç dünyasını, "fıtrat’ı kasdetmişler ve insanın iyi tanınmasının, iç aleminin derinliklerine inilmesinin bir sanatçı için gerekli olduğunu söylemişlerdir. Çünkü ancak o zaman sanatçı insanı tanıyabilir ve eserlerine yahut sahneye güzel bir şekilde aksettirebilir. Dış tabiatı görmek ve göstermek hastalığa işarettir. İnsan tabiatım işlerken de, aşağı ve bayağı yönlerini göstermekten kaçınmalıdır. Çünkü bu yönler, insanların hayvanlarla ortak olduğu yönlerdir. Bu yüzden İnsanın üstün ve olgun değerleri ve özellikleri klasik eserlere girmelidir. Bu ayırımda ölçü akıldır;
3- Örnek ve gelenek olarak Antik Yunan ve Latin edebi¬yatları benimsenmelidir. Çünkü Homeros, Virgüius, Horatius, Sophokles, Aisopes, Euripides gibi sanatçıların yüzyıllardır beğenilip hâlâ okunuyor olmaları, eserlerinde insanı, insanın kalbini ve dünyasını çok iyi bilmelerinden, bu noktada mükemmeli yakalayabilmelerindendir;
4- Klasik eserlerde mutlaka gerçeğin, olmuş olanın anlatılması gerekmez. Olaylar gerçekte meydana gelmemiş olabilir. Ama böyle de olsa "gerçeğe benzerlik" ilkesi esas alınmalıdır. Yani konudan çok, konunun gerçeğe benzer bir şekilde anlatılması ön plandadır;
5- Konunun anlatımının konudan daha önemli olması, klasik yazarları Antik Yunan ve Latin edebiyatlarının konularını tekrar tekrar İşlemeye yöneltmiştir;
6- Gerçeğe benzerlik İlkesinin bir devamı olarak, toplumda geçerli geleneklere, törelere ve ahlak anlayışına uymak gerekir;
7- Edebi türler birbirinden kesin bir şekilde ayrılmalıdır. Her edebi türün kendine has ilke ve teknik Özellikleri vardır. Birinden öbürüne geçilmez;
8- Tiyatroda "üç birlik kuralı" esastır. Yani olayda birlik (tek bir olayın anlatılması), mekanda birlik (olayın aynı yerde geçmesi, değişik sahnelerin olmaması) ve zamanda birlik (olayın bir günde başlayıp bitmesi) ilkesi klasik tiyatronun temelidir. Klasik yazarlar bu ilke doğrultusunda, dış dünyanın karışıklığı ve ayrıntısı yerine kişinin iç hayatını, yüksek duygularını ve psikolojik olayları yalın bir şekilde sahnelemek amacını gütmüşlerdir;
9- Bu akılcılık ve ilkelere bağlılık, klasik akımı kuru ve sıkıcı bir gerçekçiliğe itmemiştir. Klasiklere göre sanat eğitici ve öğretici olmalı, ama bunu yaparken hoşa gitmeyi de başarabilmelidir;
10- Klasik eserlerde yalnız seçkin ve olgun insanlar (aristokrat sınıf) ele alınmıştır. Çünkü onlara göre bunlar akıllarını ve iradelerini kullanabilen uyumlu kişilerdir. Sıradan halk klasik yazarlara hitap etmez;
11-Klasik akıma bağlı sanatçı, eserinde şahsi kanaatlerini daima gizlemiştir. O okuyucunun yahut seyircinin dikkatini yalnızca eser kahramanları üzerine çekmeyi amaçlar;
12- Klasik yazarlar milli dile önem vermişlerdir. Eserlerin konuşma diliyle, süssüz, yalın, açık ve sağlam olmasına dikkat edilmiştir. Fakat kullanılan dil, halkın değil, seçkin sınıfın konuştuğu kültür dilidir.
Bizim edebiyatımıza klasisizmin girişi, diğer akımlarda olduğu gibi, tercümeler yoluyla olmuştur. Bununla beraber bizde klasisizmden bir akım olarak değil, tercüme edilmiş klasik eserler diye bahsetmek daha doğru olacaktır.
Şinasi, 1859′ da neşrettiği Terceme-i Manzume’de Racine, Fenelon ve La Fontaine’den yaptığı küçük şiir parçaları tercümesine de yer verir. Ahmet Vefik Paşa, Moliere’in pek çok tiyatro eserini tercüme veya adapte eder. Recaizade Mahmud Ekrem La Fontaine’den bazı eserler çevirir. Ahmed Midhat Efendi Corneille’den Le Cid’ı tercüme ederek Tercüman-ı Hakikat’te yayınlar. Onun bu tercümesi edebiyatımızda bir klasik eser tartışmasını da başlatır.
Bu tartışmalara bir bütün olarak bakıldığında, bunların klasisizm’i bir akım halinde ele alma, onu açıklama ve yaygınlaştırma şuurundan uzak oldukları görülür. Zaten bu yıllarda klasisizm Avrupa’da çoktan sona ermiş, romantizm bile hızını kaybetmiş, yerini realizme (gerçekçiliğe) bırakmaya başlamıştı. Bu yüzden klasisizm, bizde Batılılaşma dönemi edebiyatçıları arasında çok fazla ilgi uyandırmamıştır.
Romantizm
Klasik edebiyat akımına tepki olarak 18. yüzyılın sonlarında doğan ve Victor Hugo’yla birlikte büyük ün kazanan Romantizm, insanın yaratma özgürlüğü önündeki her şeye karşı durur. "En iyi kural, kuralsızlıktır" diyen romantikler, insanın duygularını, düş gücünü hayata geçirmesini ve insanı düzeltmenin toplumu düzeltmekle olabileceğini savunurlar.
Romantizm akımı değişik ülkelerde değişik biçimlerde ortaya çıkmıştır. Alman edebiyatında 18. yüzyılın ikinci yarısında "coşkuculuk" hareketiyle birlikte gelişir. Bu hareketin öncüleri Klopstock ve Herder Romantizm’in müjdesini verir. Ancak Romantizm’e giden kapıyı dünya edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Johann Wofgang Goethe açmıştır. "Genç Werther’in Acıları" romanında Goethe döneminin acılarını duygusal bir dille anlatmıştır. "Wilhelm Miester" ve "Wilhelm Miester’in Seyahat Yılları" adlı eserlerinde toplumun yeniden düzenlenmesi sorununa dokunur. Ama onun en büyük eseri "Faust"tur. Goethe’nin açtığı yoldan ilerleyen Friedrich von Schiller ise yapıtlarında özgürlük, isyan, doğa, ihtilal gibi Romantikler’in yaslandığı temel kavramları yadsımadan tarih olgusunu zenginleştirmiştir. "Haydutlar", "Hile ve Sevgi", "Mary Stuart", "Wilhelm Tell" gibi yapıtlarında despot yönetime başkaldırma temalarını işleyen Schiller’in tarihe açılma yönelimi daha sonraki Alman romantiklerini geliştirmiştir. Romantizmin Alman edebiyatında şiirdeki öncüsü Heinrich Heine’dir.
İngiliz edebiyatında ise Romantizm kalın birer çizgi halinde kendini gösterir. Bu çizgide yer alan ilk isim tabiata karşı kutsal saygı düşüncesini benimseyen; şiirlerinde doğayı yapmacıksız bir dille anlatan William Wordsworth’tur. Onun dışında Samuel Taylor Coleridge, Percy Bysshe Shelley ve John Keats bu çizgide yer alır. Çizginin en kalın yerinde ise Lord Byron bulunur.
İngiliz edebiyatında daha çok şiirde kendini gösteren Romantizm, Fransız edebiyatında daha yaygın bir özellik gösterir. François Rene de Chateaubrian, Romantizm’in müjdecisi olan roman, deneme ve gezi yazıları türünden eserler vermiştir. Fransızların dünya edebiyatına kazandırdığı ve bu akımın en önemli yazarları arasında bulunan Victor Hugo dışında Benjamin Constant, Alphonse de Lamartine, Alfred de Vigny, Alfred de Musset ve Theophile Gautier sayılabilir.
Gelelim Rus edebiyatına. Akımın öncüleri arasında bulunan Byron ve Schiller’den etkilenen Aleksandr Puşkin, Rus toplumunun renkliliğinden de yararlanarak bu akımı zenginleştirmiştir. Yapıtlarında kullandığı yerel temalar nedeniyle kimi eleştirmenlerce Puşkin, Rus edebiyatında Gerçekçiliğe giden yolun açıcısı olarak da değerlendirilir.
İtalyan edebiyatında Romantizm akımı içinde anılması gereken iki isim vardır; Alessandro Manzonil ve Giacomo Leopardi. Romantizm Türk edebiyatı üzerinde de etkili olmuş, özellikle Tanzimat dönemini yazarları bu akımı çağrıştıran eserler vermiştir. Namık Kemal ve arkadaşlarının Victor Hugo’dan etkilendiği bilinmektedir
Realizm
19.yüzyılın ikinci yarısında romantizme tepki olarak doğmuş bir sanat ve edebi akımdır realizm. Bu döneme kadar gelinen süreçte, fen bilimlerinde ve toplumsal bilimlerde önemli gelişmeler olmuştur. Özellikle deneysel bilimlerde gelinen aşama, olguların duygu, hayal ve metafizikle değil, maddi gerçeklerle açıklanması sonucunu doğurmuştur.
Realizmin doğuşundaki ikinci önemli etken, düşünsel alanda August Comte’un pozitivizm (olguculuk ) felsefesidir. Pozitivizm, neden – sonuç ilişkisine önem veren, doğayı ve insanları bilimin İki temel aracı gözlem ve deneyle açıklamaya çalışan felsefi bir düşünce sistemidir. Realizmin romantizme üstünlüğü, Gustave Flaubert‘in 1857′de yazdığı “Madam Bovary” romanı ile gözler önüne serilmiştir.
19. yüzyılda ortaya çıkan bu akım gerçeği değiştirmeden; tüm çirkinlikleri, bayağılıklarıyla yansıtmayı amaçlamıştır. Toplumu incelemek, toplum ve insan gerçeklerini olduğu gibi yansıtmak, eleştirmek düşüncesiyle doğan gerçekçilik akımının oluşmasına olguculuk (positivizm) felsefesinin büyük payı olmuştur. Sanat ve edebiyatta akımların başlayış ve bitişleri kesin çizgilerle birbirinden ayrılamaz. Bir akım varlığını sürdürürken onun yanıbaşında bir başka akım da oluşup gelişir. Nitekim Honore de Balzac Romantizm akımının egemen olduğu yıllarda yaşamasına karşın gerçekçiliğin öncüsü ve kurucusu olmuştur. Balzac "Goriot Baba" ve "Vadideki Zambak" gibi romanlarında dönemine eleştirel bir ayna tutmuştur. Balzac gibi Henri B. Stendal da gerçekçilik akımının öncü yazarları arasında yer alır. "Bir roman yol boyunca gezdirilen ayna demektir" düşüncesinden hareketle döneminin çelişkilerini, insan ve toplum ilişkilerini süslemesiz bir anlatımla yansıtan Stendal, "Kırmızı ve Siyah" ve "Parma Manastırı" gibi romanlarında savaşı, sevgiyi, kiliseye karşı duyulan nefreti insan açısından gerçekçi bir biçimde ele almıştır. Bu akımın diğer büyük yazarları arasında Fransız edebiyatının usta ismi Gustave Flaubert’i, İngiltere’nin dünya edebiyatına kazandırdığı Charles Dickens’ı ve Amerikan edebiyatından Nathaniel Hawthorne ile Herman Melville’yi saymak mümkün.
Realizmin Özellikleri:
1. Realist Sanatçılar, anlattıklarında gözleme ve belgeye dayanır. Yazarlar bilgiyi anket yöntemiyle toplamışlar, sonradan yapıtlarında kullanacakları malzemeyi günlük gözlemler olarak not etmişlerdir.
2. Realist sanatçılar, yapıtlarda kendi kişiliklerini gizlemişler, toplumu ve insanı bilim adamı nesnelliğiyle, iyi-kötü, güzel-çirkin demeden yansıtmışlardır.
3. Realizm Konuları gerçek yaşamdan alındığından, olağanüstü olay ve kişilere yer verilmez. Olay ve kişiler, günlük yaşamda yaşanma ya da görülme olasılığı olan nitelikler taşır. Bunlar yapıtlarda ayna ya da fotoğrafçı gerçekçiliği ile yansıtılır.
4. İnsanlar, yaşadıkları çevreyle birlikte ele alınmıştır. İnsan kişiliğinin oluşumunda çevrenin etkisi ve önemi belirtilmiştir. Doğa ve insan betimlemeleri ölçülüdür. Süs olsun diye yapılmamıştır.
5. Realist sanatçılar,”sanat için sanat” anlayışına sahiptir. Sanatı ve edebiyatı toplumu değiştirme,