AnasayfaSevdiğim Yazılar

DURMUŞ ADAM- Yaşar Nabi Nayır

DURMUŞ ADAM- Yaşar Nabi Nayır   Cenap Şahabettin, Ruşen Eşref'in «Diyorlar ki» başlığı altında topladığı edebİ konuşma

METİNLERARASILIK BAĞLAMINDA “AĞIT” ŞİİRİNİN TAHLİLİ VE ARİF NİHAT ASYA’NIN İMGE DÜNYASI (Recai KAPUSUZOĞLU)
Tüm dershanelerimiz aynı zamanda GEÇİŞ OKULU olsun. -İsmet KALDIRIM
Deneme-SELAHATTİN BATU

DURMUŞ ADAM- Yaşar Nabi Nayır

 

Cenap Şahabettin, Ruşen Eşref’in «Diyorlar ki» başlığı altında topladığı edebİ konuşmalardan birine verdiği cevapta ondan soruyordu: «Elyevm bir Halit Ziya ‘nız var mı? Hatta bir Mehmet Rauf’unuz var mı? Hayır, hayır, hayır.»

 

Kendinden ya da kendi kuşağından sonra usta yazar yetişmediğine inanmak durmuş adamın harcıdır. Cenap Şahabettin’lerin, Halit Ziya’ların gençliğinde de onlardan soruyorlardı: «Bir Fuzulİ’niz, bir Nedim’ iniz var mı?»

 

Kendimizi bildik bileli hep bu çeşit sorularla karşılaşmışızdır. Nitekim şimdi de soranlar eksik olmuyor: «Bir Haşim’iniz, Yahya Kemal’iniz, Reşat Nuri’niz var mı?»

 

Duran adam, yeniyi anlamadığından gençliğinde sevmiş olduğu ustaların tıpatıp aynılarını arar. Bulamadı mı da sizin kuşakta iş yok, diye kestirip atar. Oysa insan topluluğu durmayan bir gelişme içindedir. Eski ustalar geçer, yeni ustalar gelir. Ama bunlar eskilerine benzemezler. Eski ustaların niteliklerini bunlarda bulamayanlar da onları kabul etmek istemezler. Eğer her kuşağın kendinden sonra geleni küçük görmesinde bir gerçek payı bulunsaydı, topluluğumuz gerileye gerileye şimdiye kadar çoktan yok olmuş gitmişti.

 

Güzel sanatların her kolunda gerilediğimizi, yeni kuşakların edebiyat alanında, resim alanında hiçbir başarı gösteremediğini söyleyenler yeniyi izlemek zahmetine girmemiş olanlardır. Bu insanlar sanırlar ki, örneğin edebiyatta, örneğin resimde, on- on beş yıl yeni akımları hiç izlemeden günün birinde yeni resim yada yeni edebiyat örnekleriyle karşılaşınca zevkleri kendilerini yanılmaktan koruyacaktır. Oysa hiç de böyle olmaz. Her sanat kolu, devamlı bir değişim halindedir, on beş- yirmi yıllık bir aradan sonra birdenbire son ürünlerle karşılaşanlar şaşırır, o yeniliği hazmedemezler. Suçu kendilerinde bulacaklarına, yeni kuşaklarda bulup çıkarlar işin içinden.

 

Ziya Gökalp şöyle diyor: «İçtimai bir hayatın, içtimai bir faaliyetin hürriyeti, kendisi için olması demektir. Mesela bazılarınca, sanat ahlak için, yahut iktisat içindir. Sanata bu nazarla bakmak, sanatın asalet ve hürriyetini kabul etmemek demektir. Hakiki sanatkarlar ise daima «sanat sanat içindir» düsturunu şiar edinmişlerdir. Sanatın kendisi için olması, bizatihi bir gaye tanıması demektir. Sanat, başka bir şey için olursa, o zaman yalnız bir vasıta mevkiinde kalır. Bir «gaye» mertebesine çıkamaz."

Bu sözlerde büyük bir gerçeklik payı var. Sanatçının özgürlüğünden yana görünenlerden çoğu, sanatın şu ya da bu amaca alet olmasını isterlerken, sanatın özgürlüğüyle oynadıklarını, dolayısıyla nasıl bir çekişmeye düştüklerini bir türlü fark etmiyorlar. Fark etmiyorlar, çünkü onlar da durmuş adamlar. Yeni araştırmalara kapılarını sımsıkı kapamışlar. Nuh demişler, peygamber demeyecekler. Yalnız inanmış oldukları dogmaların doğru olabileceğine din imanıyla bağlanmışlar. Şüphe kurdu içlerine düşmeyecektir o yüzden. Şüphe etmeyen, aramayan demektir. Aramayan adamsa durmuş adamdır. Gelişme yolunun hangi aşamasında durmuş olursa olsun, durmuş adam durmuş adamdır. Ona başka ad verilemez.

 

Ben kendi payıma Ziya Gökalp’ın yukarıya aldığım sözlerine küçük bir ekleme yapmak isterim. Sanatın sanat için olduğuna inanan adam şu yada bu amaca yarar görünen bir sanat eserin; sırf bu yönelişinden dolayı inkara kalkarsa o da sanatın özgürlüğünü kabul etmiyor demektir. Dolayısıyla o da dogmacı bir görüşe saplanarak sanatı araç haline indirmiş olur.

 

Sanatçının çalışması her şeyden önce sanat uğruna olmak gerekir. O, sanatın isteklerini her şeyden önce göz önünde tuttuğu ölçüde başarı kazanacaktır. Balzac, romanlarında toplumun türlü dertlerini deşer, türlü çirkinlikleri, kusurları ortaya koyar, dolayısıyla toplumun kafaca, ahlakça iyileşmesine yararlı olmuştur ama bu romanlarını sırf bunun için yazmadığına hiç şüphe yok. Maksadı roman yazmaktı. Öte yandan bir Marcel Proust’un romanlarında topluma böyle bir akıl hocalığı eden taraf yoktur. O da roman yazmaya çalışmıştır. Bu iki romancı, sanata yaptıkları hizmet bakımından aynı hizadadırlar. Ama Balzac’tan söz açarken onun insancı yönüne, ahlak hocalığına ayrı bir değer vermemize de engel yoktur. Sanat bakımından hakkını verdikten sonra toplum düzeninin daha sağlam temellere dayanması için de çalışmış olduğunu söyler ve bu hizmeti için onu ayrıca överiz. Onun için, sanatçının işine karışılmaması gerektiğini, sanatın özgürlüğü buna bağlı olduğunu söylerken biz Ziya Gökalp’le aynı noktada birleşmiş oluyoruz. Sanatın toplumcu bir yol tutmasına Gökalp’ın da karşı olmadığını hepiniz pekiyi bilirsiniz. Hatta hayatında 0, sanatçıları hep toplumcu görüşler uğruna seferber etmeye çalışmıştır. Ama bu sözleriyle o hareketleri arasında bir çelişme bulmaya kalkarsanız yanılırsınız. Çünkü ülküye hizmet etmeye yanaşmayan sanatçıları o hiçbir zaman küçük görmemiş, ülkü uğruna sanatlarından fedakarlık etmeye de asla çağırmamıştır.

Ah, kendilerini ileri düşünceli sananlardan ne çoğu ne kadar gerilerde durmuş olduklarını bir bilebilseler!

 

Durmuş adamdan günümüz hakkında doğru ve yanılmaz yargılar beklemek boştur. 0, her şeyi, etrafıyla ilgilenmeyi bıraktığı günün gözüyle görmeye, çevresini anlamamaya mahkumdur. Kendi yanılır, ama ille dediğinde inat ederek etrafını da yanıltmaktan sakınmaz. Bir toplum içinde durmuş adamların sayısı pek kabarık olduğu için de bol bol taraftar bulur, koltukları kabarır.

 

Günümüzü anlamak için ilgimizin antenlerini sürekli olarak sonuna kadar açık tutmaya önem vermeliyiz.