Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını,
Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan’ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki karşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır.
Fuzûlî’nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır.
Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan "gizli bilimler"le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir.
İnanç bakımından Fuzûlî, Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam’a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ’da, Şiiler’ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat’ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir.
Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber’in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü’s-Süedâ ("Mutluların Bahçesi") adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat’ı ele geçiren İsmail Safevi’ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir.
Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat’ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman’a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır.
Fuzûlî’nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü.
Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun’dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk’tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı’dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı’nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan "Tanrı özü’nden dışa taşmasıdır (sudûr); "Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ" (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur).
Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" diye başlayan Şikayet-nâme’sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan’ında da "zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği" anlamındaki dizelere geniş yer verir.
Fuzûlî’nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî’yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır.
Farsça’nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü’s-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçeyi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî’de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler’den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir.
Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî’nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir "acı çeken varlık" olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür.
Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir "inanç ulusu" olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.
Divan, Sıhhat u Maraz, Enisü’l-Kalb, Terceme-i Hadis-i Erbain, Beng ü Bâde, Hadikatü’s-Süedâ,("Mutluların Bahçesi"); Leylâ ve Mecnun, Rindü Zahid, Heft Câm,
FUZULİ
Asıl adı Mehmed’dir. Irak’lıdır. Süleyman adlı bir şahsın oğludur. Bağdat’ta, Hille’de ve Kerbelâ’da doğduğu belirtilirse de Bağdad’lı değil Kerbelâ’lı veya Hille’lidir. Kendisinin bazı şiirlerinde Kerbelâ’lı olduğunu söymesi kesinlikle «Kerbelâ’da doğmuştur» yargısına ulaşmamıza yetmemektedir. Hayatı hakkındaki bilgimiz çok azdır. Doğum yeri gibi doğum tarihi de belli değildir. Bazı karinelere dayanılarak 1480 yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. H. 963/M. 1556’da Kerbelâ’da taûn’dan (vebâ’dan) ölmüştür.
Kendisi ana dilinin Türkçe olduğunu, dolayısıyla özbeöz Türk olduğunu açıklamaktadır. Oğuz Türklerinin Bayat kabilesindendir. Şiîdir. Ancak, Hz. Ali’yi Hz. Muhammed’den üstün tutan müfritlerden değildir ve şiirlerinde Şah Hatâyî gibi bir mezheb propagandacısı olarak karşımıza çıkmaz.
Türk edebiyatının en büyük, en içli, en samimî, en derin, en lirik şâiri olan ölümsüz Fuzûlî’nin ömrü Bağdat, Kerbelâ, Hille dolaylarında geçmiştir. Ne şiî, ne de sünnî hükümdarlar tarafından gerektiği gibi takdir edil meyen Fuzûlî, gerek dünya görüşü, gerek devrinin olayıları sebebiyle karamsar bir şâir olarak karşımıza çıkar, Fuzûlî’ye göre «hakiki şiir elemden ve dertten bahseden şiirdir. Tabiatiyle bu elem ve dert aşkın elemi, aşkın derdidir.»
Tasavvuf inançlarından yararlanmış, fakat, bir mutasavvıf şâir olmamıştır. Bu yüzden aşk şiirlerinin tümü» nü tasavvuf açısından değerlendirmeye kalkışmak hatalı olur.
Fuzûlî’nin aşkı, kökeni bakımından beşerî, insanî aşktır. Bu aşk derece derece ruhta olgunlaşır, maddeden sıyrılır ve türlü tecellîleri ile Fuzûlî’nin de, şiirinin de özü olur.
Fuzûlî, Türkçe, Farsça, Arapça şiirler yazmıştır. Şiirin bilimsiz olmayacağı inancındadır. «Söz ve mânâ, can ve ten gibidir, biri olmadan diğeri olmaz» der. «Şiir söylemenin bir istidad işi olduğunu ve şiir söylemek kabiliyetinin, insanın yaratılışında bulunduğunu kabul eder». Devrinin aklî ve naklî bütün bilimlerini öğrendiğini açıklar. Devrinin bilim dili olan Arapça ile sanat dili Farsçayı mükemmelen bilir. Keza devrinin bilim kollarında da yetkili bir kişi olarak tanındığı için «Mevlânâ Fuzûlî» diye anılır.
Gerçekten Fuzûlî, hadîs, tefsir gibi bütün İslâmî bilimlerden başka hendese, heyet, hikmet, kimya, tıb gibi bilimlerde de söz sahibi dört başı bayındır son derece bilgili bir kimsedir. Azerî lehçesiyle yazmış olmasına rağmen dilinde, devrinin Anadolu Türkçesinden büyük ayrılıklar görülmez.
Fuzûlî, kendisinden sonra gelen Dîvân şâirlerini de Tekke şâirlerini de etkilemiş ve Alevî-Bektâşî âşıklar kanalıyla şiirleri günümüze kadar halk arasında da yaşatmış eşsiz bir şâirdir. Zaten Fuzûlî, Anadolu halkı tarafından öylesine benimsenmiştir ki onun bir Anadolu şairinden ayrılmasına imkân kalmamıştır.
Fuzûlî, gazelleri ve Leylâ vü Mecnûn’u ile eşsiz sayılmış bir şâirdir. Hatta bu yargı eksiktir. Fuzûlî kasîdeleriyle de, kasidelerinin kuruluşu işlenişiyle de başarı bir şâirdir. Şiir onda Allah vergisi bir kabiliyetin, istidadın meyvesidir. Nereye el atmış, neyi yazmışsa onu iyi, en güzel, en başarılı biçimde ortaya koyabilmiştir.
Fuzûlî, Türk edebiyatında kendine özgü bir söyleyiş edâ, bir tarz yaratmış, etkilerini günümüze dek sürdürmüş, ünlü dîvân şâirlerinin çoğunun aksine geniş halk kitleleri tarafından da sevilmiş, benimsenmiş eşsiz bir şâirdir.
FUZULİ
Mehmed oğlu Süleyman, Fuzûlî (d.Kerbela, 1480 – 90? – ö.Kerbela, Bağdat, 1556) Azeri asıllı Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman’dır.
Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden İslami bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi’nin 2.beytinde "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca hamse sahibidir.
Türkçe divanının önsözünde,
‘’Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir ‘’demektedir.
Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.
Bedensel zevklerden ziyade tasavvufi bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre’dir. Leyla ve Mecnun mesnevisi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevilerden biridir.
İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimi ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.
Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikayetnãme’yi yazmıştır. Şikayetnãme Fuzuli’nin en önemli eserlerinden biridir. Şikayetname’sinde Fuzuli şöyle der:
Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar.
Çokça zikredilen beyitlerinden bazıları şunlardır:
Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kil ü kal imiş
Mende Mecnundan füzun aşıklık isti’dadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var
Hasılım yoh ser-i küyunda beladan gayrı
Garazım yoh reh-i aşkında fenadan gayrı
Eyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir
Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir
Dest busi arzusıyle ger ölsem dustlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su
Ya rab bela-yı aşk ile kıl müptela meni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda meni
Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün,
Dem be dem saat be saat men senün kurbanınam.
Başlıca eserleri
Hadikatü’s-Süeda (Kerbela olayını anlatan düzyazı)
Türkçe Divan
Sıhhat u Maraz (tıp bilgileri)
Enis’ül-Kalb
Fuzûlî’nin Mektupları
Terceme-i Hadis-i Erbain
Leyla vü Mecnun (3 bin 96 beyitlik mesnevi)
Rind ü Zahid
Beng ü Bade ( 444 beyitlik Türkçe mesnevi)
Arapça Divan
Matlau’l İtikad
Heft Cam (tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi)
Saki name(tasavvuf içerikli mesnevisidir)
Şikayetnãme(nesir türündedir)
Su Kasidesi
Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli’nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Türkçe manzum eserleri: Divan, Beng ü Bade, Leylî vü Mecnûn, Kırk Hadis
Türkçe mensur eserleri: Hadîkatü’s-Suadâ, Mektuplar
Arapça eserleri: Dîvan (manzum), Matlau’l-itikad (mensur)
Farsça manzum eserleri: Dîvan, Heft-câm (sâkinâme), Enîsü’1-kalb, Muammeyât
Farsça mensur eserleri: Rind ü zâhid, Hüsn ü Aşk