AnasayfaSevdiğim Yazılar

NASIL YAZARIM- Behçet Necatigil

NASIL YAZARIM- Behçet Necatigil Zihnime takılan bir düşüncenin, bir mısraın havasına iyice girmek için, hazırlanarak ve yavaş yazarım. Bu hazırlanışla

Tüm dershanelerimiz aynı zamanda GEÇİŞ OKULU olsun. -İsmet KALDIRIM
METİNLERARASILIK BAĞLAMINDA “AĞIT” ŞİİRİNİN TAHLİLİ VE ARİF NİHAT ASYA’NIN İMGE DÜNYASI (Recai KAPUSUZOĞLU)
EDEBİYATTA ORTAMIN GEREKLERİ- Yaşar Nabi Nayır

NASIL YAZARIM- Behçet Necatigil

Zihnime takılan bir düşüncenin, bir mısraın havasına iyice girmek için, hazırlanarak ve yavaş yazarım. Bu hazırlanışlar için günün en müsait parçası, gece saatleridir. Birçok şiirlerimi geceleyin üstelik masa başında değil de, benden çok önce «Şair Dostlarım»da Oktay Akbal’ın açıkladığı gibi, sokak fenerlerinin aydınlığında yazdım. Yorgunluklara çok şey borçluyumdur. Hele sokaklar tenha, karanlık da koyu oldu mu, yorgunluklarınızın hafiflediğini, esrarlı rahatlıklara çevrildiğini duyarsınız. Nisan yağmuru, anılarda arınarak sedefin içine bu saatlerde düşer. Konularımı maddi, manevi cepheleriyle ya kendi hayatımdan, ya çevremden alırım. Ama verişlerinde bir prizmadan geçmişçesine asli şekillerde değişmeler olur, neticeyi çok kere ben bile tanımakta güçlük çekerim. Realist sanattan dem vuruyoruz ya, aldanmayınız! Mevcut üzerinde, hammadde üzerinde yapılan çıkarmalar, düşmeler, işlemeler; realite olarak duygu ya da yergi dolu bir çizgi bırakabilirse ne mutlu! Sanatın ekleme değil, çıkarma olduğunu günden güne daha iyi anlıyorum.

«Edebiyatçılarımız Konuşuyor» (Varlık, 1 Ağustos 1951)

NASIL YAZARIM

Değişik saatlerde, çelişik durumlarda yazarım.

Esin, bir birikimdir: Bilinçte, bilinçaltında algılar birikimi. Çok öncelerdedir başlangıç; vakti gelir, uç verir. Bu uca bel bağlarım, bir mutlu aydınlığa çıkarmak isterim, kımıldayan bu kutlu işareti. Yavaş ilerlerim, beklerim, kollarım. Sıkıntısını yaşarım, çekerim. Belirsiz, belirmeli artık, dönülemez bir biçime girmeli, kalıplaşmalı; yanlışıyla doğrusuyla bir şey çıkmalı ortaya. Aklım ona takılmıştır.

Başlanmış bir şiir, bazan aylarca bekler cebimde. Sol cebim böyle müsveddelerle doludur. Bunlar, işlendikçe kılıktan kılığa girer ve sonunda sözde kesinleşirler. Bence her şiir, yazılmasından, basılmasından, eriyip gitmesine kadar, dört beş dönemden geçer: Muhabbet, şehvet, şefkat ve nefret dönemleri. Her taslağa muhabbetle bağlanırım, sonra şehvetle, tutkuyla duyarım o şiiri. Sonra şefkat dönemi başlar: Kusurlarını görmüşümdür, neden sonra cılızlığını görmüşümdür, ama kendimden bir parçadır, beni bana gösteren bir aynadır. Tozlu bir ayna, parlatılması artık imkansız ve sırları dökülmüş, eski bir ayna. Acırım ona, şefkat duyarım. Fakat bencildir, acımasızdır şair. Bu yüzden de şefkat giderek nefrete dönüşür: Yazılmasaydı keşki. Bir yüzkarasıdır, neden sonra, şimdi. Harika gibi görünmüştür, adileşmiştir, güdüktür, biçaredir. Her şey yarım yarim! Ve nefretim de haklıyımdır da: Gözlerimdeki perde düşmüş, açıkça görmüşümdür yetersizliğini o şiirin.

Bu durumda nasıl yazıyorum? Bile bile yazarım. Sık sık tepen, şifasız bir hastalıktır yazmak. Avuntu. Bilerek yazarım: Bütün çırpınmalar boşuna, öz yoksa. Bunu bilir, gene de yazarım. Öz var sanırım; zaman geçer, öz sandığım uçup gitmiştir bardaktan. Çünkü dayanıksız bir su idi. Et çürümüş, gülünç bir iskelet kalmıştır geride.

Kurşunkalemle veya dolmakalemle yazarım.

Tükenmezle yazmak şiire hakaret gibi gelir bana. Tükenmez kalem, tükenecek bir şeyi boş yere uzun süre yaşatmak çabası gibi gelir.

Bazı şiirler gözlerimi yaşartmıştır yazıldığında. Bütün başarılarda gözlerim yaşarır, bütün ayrılışlarda aynı şey. Her başarı bir ayrılıştır. Gene de kavuşmak, yani yazmak başka oluyor. Bir umuttur yok olmaya karşı az çok hazırlıklı olmak. Ama yol uzun ve tez biter bütün azıklarımız.

Gençlik yılları, gece tenha caddelerde fener ışıklarında yazardım; şimdi kapalı yerlerde, ma¬salarda da yazabiliyorum.

(<<Şair ve Yazarlarımız Nasıl Yazıyorlar,» 1975)

TOPLUM VE ŞİİR

Topluma karşı görevli olmak ne şairin tekelindedir, ne şunun, ne bunun. Bu işte herkes görevlidir, görevli olmalıdır. Vicdan diyoruz, yurt sevgisi diyoruz, insanlık diyoruz. Bunlara sahip olmadıkça hani nerde hayvanlara karşı bizdeki manevi üstünlük? Bir insan olarak herkes toplumun dertlerini zaten kendi derdi bilir, bilmelidir; bunun için ayrıca şair olmaya ne hacet? Ama bu böyle diye, siyasi makale mi olacak bütün şiirler? Benim bildiğim; şair, esasen bireysel ve toplumsal dertlerin azabını çeken adamdır. Bireysel- kişisel dertlerin de toplumsal unsurlardan yoksun olduğu iddia edilemez. Bir gözlemci olarak bir toplum tablosu çizen bir şair, bunu eğlenmek, zevklenmek için yapmıyor herhalde. Ama bu tablonun içinde politika yokmuş, ideoloji yokmuş, aktif realizm yokmuş; eh ne denir, herkesin yolu ayı, her yiğidin bir yoğurt yiyişi var. Şimdi bir insan avıdır gidiyor. Burda insanı yakalamış, burda kurda kurduğu kapan bomboş .. gibi laflar moda. Sanki Yunus, Baki, Nedim türlü yönleriyle insanı göstermiyordu. Bu av iyi bir av; yalnız yakalıyoruz derken insanı öldürmemek şartıyla!

«Halka inmek» sözünden ben, halkın yaşayışını işlemeyi, halk dilini kullanmayı, halk duygu ve düşüncesini yansıtmayı anlıyorum. Halkın anlayabileceği şekilde olsun diye, sanatın imkanlarını kullanmayıp basitleşmek, halka inmek değildir. Bir halk şairi gibi yazmak da halka inmek değildir. Sanatın güçlendirmesi, yoğunlaştırması, kısmi değişmesi olmadıkça halka inmek, halka ne kazandırır?

(Behçet Necatigil Konuşuyor» Hisar, Ekim 1955)

EVLER

Benim şiirlerime vuran ışık, tanıdığım, yaşadığım evlerden gelir. «çevre»deki «Evler» şiirini en iyi şiirlerimden biri sayarım. Orada bütün evlere kuşbakışı bakılmıştır. «Evler» kitabında ise, istediği kadar sokağa açılsın, sonunda gene evde, kendi evinde yaşamak zorundaki insanın, yerine göre bunalan, yerine göre ümitlerle, küçük, küçüklüğü ölçüsünde büyük sevinçlerle ferahlayan, kendi dünyasını kendi yaratacak olan insanın çeşitli halleri bölüm bölüm ayrıntılı olarak anlatıldı.

("Behçet, Necatigil’le Bir Konuşma» Dünya Sanat Eki, 15 Ekim 1954)