SANAT VE TEŞVİK- Yaşar Nabi Nayır Edebiyat heveslilerinin dergilere gönderdikleri mektuplar pek çeşitlidir ya, iki türlüsü üzerinde durmak istiyorum:
SANAT VE TEŞVİK- Yaşar Nabi Nayır
Edebiyat heveslilerinin dergilere gönderdikleri mektuplar pek çeşitlidir ya, iki türlüsü üzerinde durmak istiyorum: Birleri, «aklıma esti bir şiir yazdım, bakın bir şeye benziyorsa basarsınız, değilse sepete atıverin» tarzında kalenderce bir ifade altında bu işi öyle pek ciddiye almadıkların!, bir kere şanslarını denemek istediklerini, gönderdikleri şiire o aybaşı aldıkları piyango biletinden fazla bir önem vermediklerini belli ederler. Bunların arasında, zaman zaman, zeka ürünü bir parıltı ile birkaç başarılı eser verenler olsa bile., edebiyat alanında ısrar edenine seyrek rastlanır. Yaş ilerler, geçim derdi başlar, bu ilk gençlik hevesi de söner gider.
Ama heveslinin bir çeşidi de var ki, kendisinde sanat aşkının her şeyden üstün olduğunu daha ilk satırlarından anlarsınız. Bu aşk, gerçek bir sanat gücüyle de birleşmişse, geleceğin büyük sanatçılarından biri karşısındasınız demektir. Böyle bir deha anlamın basamak basamak yükselişine yakından tanık olmak kadar zevkli ne olabilir?
Ama bir de genç edebiyat yolcusunun sanat gücü, tutkusu ölçüsünde değilse, işte o zaman duygular dünyamızın en acıklı dramlarından biri belirir. Güzel eserler yaratmak sevdası bazen gözlerimizi öylesine büyüler ki, elimizden çıkan sakat ve kusurlu işleri birer şaheser gibi görmeye başlarız. Kambur ve şaşı oğlunu dünyanın en güzel yaratığı halinde gören bir anne gibi, sanat heveslisi de, yarattığı esere bükülen dudakları kıskançlığın açık bir belirtisi sayar, başkalarına giden rağbet ve ünü kendinden çalınmış bir hak gibi duyarak yüreği parçalanır.
Kaybettikçe kağıtlara daha büyük bir tutkuyla sarılan kumarbaz gibi geri çevrilen eserlerinin yerine, onlardan üstün olduğunu vehmettiği yenilerini kaleme alır ve içinde fırtınalar koparan sanat ateşinden, karaladığı kağıt parçalarına ancak sönük birer gölge yansıdığını fark edemez.
Güçsüz hevesli, eğer kendisi için iyi bir eleştirmeci olabiliyorsa, gene talihli sayılmak gerekir. Çünkü öyle olunca yaratma sevgisi ile yaratma gücü arasında açılan uçurumu fark eder ve bu gözlemi kendisi için he kadar acı olursa olsun, boş bir çırpınmanın fayda vermeyeceğini anlayarak iyi bir sanatçı olamadıysa iyi bir sanat hayranı olabileceği düşüncesiyle teselli bulur. Oysa, yaratma gücünden başka eleştirme gücünden de yoksunsa, acısı iki kat olur. Bazen, çalınmış sandığı haklarının hıncı onu bütün insan soyuna düşman edecek kadar ileri gider, karamsar, içine kapalı, olumsuz bir insan olur, çıkar.
Bu dramın bir sahnesiyle ne zaman karşılaşsam içim sızlar.
Anlayışsız, bencil, hatta zalim bir hakem olmakla suçlamak değildir beni üzen. Üzüntüm böyle bir facia karşısında elimden bir şey gelmediğini, gelemeyeceğini bilmekten doğar. Elinden tutmak» der, yol göstermek» der hevesli! Oysa bilmez ki nereden geldiği, nasıl doğduğu bilinmeyen o yaratma gücü olmadıkça hiç kimse, onu elinden tutarak sanatçı yapamaz ve hiç kimse yolunu bulamamış bir hevesliye yol gösteremez. Yolu o, ancak kendi araştırmalarıyla bir kör gibi çevresini yoklaya yoklaya bulacaktır. Elinden birisinin tutması mutlaka gerekse, bu da gene elbette kendisi olacaktır.
Zamanlarında iyi anlaşılmamış, gereği gibi takdir edilmemiş büyük’ sanatçılar yok mudur, diyeceksiniz. Ama unutmayalım ki, böyle, o da ancak bir süre için, hakkı yenmiş beş yazarın çıktığı yerde, hakkı yendiğini vehmeden beş yüz hevesli bu hırsla kendi kendini yiyip bitirmiştir.
Hele biz, değer vermeye pek düşkün bir ulus olduğumuz için bu çeşit haksızlıklara bizde daha az rastlanır. Gözlerimizi edebi mazimizde, şöyle Tanzimat’a kadar bir gezdirin, zamanında hor görülmüş, anlaşılmamış, hakkı büsbütün yenmiş, kaç değer göreceksiniz?
Ama diyeceksiniz ki, bir "Servet-i Fünun" dergisi olmasaydı, bu dergi çevresinde toplanmış olan edebiyatçılar, yollarını bulamayarak kısır kalmayacaklar mıydı? Bu, büsbütün ayrı bir konudur. Şüphesiz, Varlık da olmasaydı belki yeni edebiyatımız kendini tanıtmakta daha çok güçlük çekecek, bugün yeni kuşağın dağarcığını kabartan eserlerden birçoğu belki hiç yazılmamış olacaktı. Toplumsal şartların, yayın imkanlarının, ömrünü sanat davasına vermiş yol açıcıların sanatın gelişmesinde rolleri inkar edilemez.
Ama yine aynı noktaya döneceğim, bütün imkanların kendisine yar olduğunu farz etsek bile yaratma gücü olmayan bir heveslinin bundan en küçük bir yarar sağlayabileceğini sanmıyorum. Şüphesiz birtakım özel şartlar, bu durumda olan bir kimseye, bir süre, hatta uzun bir süre için eserlerini yayma imkanı sağlayabilir. Ama değersiz bir yazarın sırf yayınlanmak fırsatını bulmakla eksik olan bu değeri kazanacağına nasıl inanabilirsiniz?
Bazı hevesliler şöyle bir muhakeme yürütürler’ "Şu gönderdiğim şiir belki zayıftır. Onu hatta isterseniz kusurlarını da düzelterek yayınlarsanız bana büyük bir iyilik etmiş olacaksınız. Umudum artacak, yeni eserler yazmak için gerekli cesareti kazanacağım.» Gerçekten de öyle olur, ilk eserlerinin yayınlanması, heveslinin cesaretini, bununla birlikte kendine güvenini arttırır, çalışma ve uğraşma ihtiyacını eksiltir. Başarıya bukadar kolayca erişmenin -çünkü yayınlanmanın başlı başına bir başarı olmadığını henüz öğrenmemiştir- verdiği bir çeşit sarhoşlukla bir yerine beş yazı karalamaya başlar.
Dilekleri yerine gelmedi mi de "dergide imza tekeli var". "kimse yeni yetişenlerin elinden tutmuyor» gibi beylik suçlamaların arkası gelmez. Oysa, hiç bir ulusun sanat heveslisi, bizdeki kadar geniş yayın imkanından faydalanmıyor. Derdimiz teşviksizlik değil, adeta zararlı bir sınıra varan teşvik bolluğudur. Orta okulda, hatta ilkokulda, öğretmen iki kafiyeyi cuk oturtan öğrencisini alkışlar, yazısını dergilere göndermesini tavsiye eder. Üstelik bütün gazetelerimiz, bütün dergilerimiz, hevesli yazılarına derece derece açıktır. Üç şiirini yayınlanmış gören hevesli, artık kitap çıkarmak sevdasına kapılır, sonra bu okuyucusuz kitapların sayısı çoğalır. O yüzden on kitabı çıktığı halde kimsenin tanımadığı şairler görürsünüz. Hocaları teşvik etmiştir, arkadaşları teşvik etmiştir, danıştığı tanınmış şairler -hatırı kalmasın diye- teşvik etmiştir, böylece tek manzumesi yayınlanacak değerde olmayan bir hevesli, bir de bakarsınız, on kitap sahibi oluvermiştir. Olmuştur da ne olmuştur? Hiç tabii. Hala başladığı yerde sayıp durmaktadır. Ama bu gerçeğin yalnız kendisi farkında olmaz.
Sanat heveslisinden önce sanatın hakkını yememeye çalışmalıyız. İlerisi için hiçbir umut vermeyen bir genci, kendini büyük düşlere kaptırmadan, megalomaniye uğramadan yolundan çevirmek, ona kötülük değil, iyilik etmektir. Ama bu, yanlış anlamalara, garezlere, tekelcilik suçlamalarına yol açacakmış, varsın açsın.
Bir memlekette on iyi şair yaşıyorsa, o memleket kendini mutlu saymak gerekir. Oysa bizde, yayın imkanlarından yararlanan şiir heveslilerinin bir istatistiğini yapmak mümkün olsa, elde edeceğimiz rakamın bine yaklaşacağından şüphem yok. Bu şartlar içinde de teşviksizlikten, ilgisizlikten dert yanmak insafsızlık değil de nedir?
Yeni kuşağın daha güçlü, daha değerli yetişmesi için gerekli olan, bugünkü ilgi ve teşvikin artması değil, edebiyatı ve özellik/e şiiri kolay bir iş sanan zihniyetin değişmesidir. Halk şiirimiz de, divan şiirimiz de nazmı birtakım hazır kalıplara dökme yoluyla heveslilerin işini kolaylaştırmış, cesaretini artırmıştır. Bu günkü şiirin kural tanımayan serbestliği de, güçlü bir sanat kültürü olmayanlara başka çeşitten bir kolaylık gibi görünebilir.
Onun için, şiirin insandan bütün ömrünü ona vermesini isteyen çetin bir iş olduğunu, geçici heveslerin bu alanda bizi bir çıkmaza götürmekten başka bir şeye yaramayacağını açık açık söyleyerek, kendilerinde bu uzun ve yıpratıcı yolculuğa dayanacak sabır ve takati görmeyenleri daha başlangıçta yıldırmaktan çekinmeyelim. Bu uğurda, bütün varlıklarını oynamayı göze alarak, toza ve batağa aldırmadan, demir asa demir çarık yola çıkmakta ısrar edecekler bize yeter de artar bile.